Into The Wild Üzerine Bir Alıntı


Fairbanks'in birkaç kilometre dışında, genç otostopçu, Alaskavari günbatımında duruyordu. Sırt çantasından tüfeği görünüyordu ama Jon Krakauer'in de dediği gibi, "49. eyalette, arabasıyla oradan geçenler için, yarı otomatik bir Remington'ı olan bir otostopçu üstüne durup düşünülmesi gereken mevzu değildir."
Krakauer'in kitabı 'Into the Wild', Washington DC'den hali vakti yetinde bir ailenin oğlu olan 24 yaşındaki Christopher McCandless'in hikâyesini anlatır. McCandless, 1992 yılında medeniyetten kopup tüfeği ve büyük bir bohça dolusu pirinçle, donmuş kırsala doğru yola koyulur.
Yolda, bütün parasını yakar ve sahip olduğu tek haritayla birlikte ona medeniyeti hatırlatan her şeyi fırlatıp atar. Alaska'yı yürüyerek geçme konusunda başarısız olunca, bir zamanlar avcıların sığınak olarak kullandığı 1940'lardan kalma bir minibüsün içinde kamp kurar. Burada Nisan 1992'den, Ağustos 1992'de açlıktan ölene kadar bir başına yaşar.
Alaskalılar, o günden bu yana, McCandless'ın başına 'aslında' ne geldiğini tartışıp duruyorlar. İçinde öldüğü terk edilmiş Fairbanks şehir otobüsü şu anda bile, az sayıda da olsa Krakauer'in kitabından etkilenmiş bazı dervişlerin tapınağı olmuş durumda. Etrafa dağılmış boş Yukon Jack ve Jack Daniels şişelerinin yanlarına, 'Hayallerinin izinde git, hiçbir şey seni daha iyi hissettirmeyecek', 'Başkalarını kandırmaya çalışmayı bırak, gerçek içinde' ve 'Hayattaki en güzel şeyler beleştir' gibi mesajlar yazılmış.

Bulunduğunda 25 kiloydu
Taşra ortamına alışık olan Alaskalılar, şimdiden rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Simpson'a göre, birçokları McCandless'ın kırsalda tek başına yaşama isteğine hayran kalırken, genel görüş, McCandless'ın aptalca kararlar aldığı ve bu kararlar yüzünden öldüğü yönünde. Bazıları da onun zaten ölmek istediğini düşünüyor. Azımsanamayacak sayıda kişi de, McCandless'ın akıl sağlığının yerinde olmadığını ve en baştan, ormanda tek başına kalmasına izin verilmemiş olması gerektiğini düşünüyor.
Christopher McCandless'ın hikâyesi, vahşi doğada yapılan birkaç küçük hatanın ne kadar hızlı bir biçimde bir trajediye dönüşebileceğini de gösteriyor. Bir süre avcılık yaparak hayatını sürdürmeyi başardıysa da, yeterince yemiyordu ve medeniyete dönmeye karar verdiğinde bunu başaramayacak kadar zayıflamıştı. Yağmur ve kar suyuyla bataklığa dönmüş bir nehri geçmeye çalıştı ama aslında birkaç yüz metre ileride bir köprü olduğunu bilmeksizin, geri dönmek zorunda kaldı. Minibüsten yalnızca bir günlük yürüme mesafesinde olan ABD Ulusal Park Hizmetleri'ne ait devriye gezen bekçiler için sürekli açık tutulan ve yemek, yatak ve ilkyardım gereçleri içeren bir kulübe vardı. Ama McCandless haritasını attığı için bunları hiçbir zaman bilemedi.
Sağanak yağmur altında, zar zor minibüse geri döndüğünde günlüğüne yazdıkları şöyle: "Çok güçsüzüm. Patates soğanından dolayı. Ayağa kalkmakta bile zorlanıyorum. Açım. Büyük tehlikedeyim."
Bir ay içinde, açlıktan ölürken, günlüğüne "Mutlu bir hayatım oldu ve Tanrı'ya şükrediyorum. Elveda ve Tanrı hepinizi korusun!"
Bunlar bilinçsizleşmeden önce son yazdıklarıydı. 19 gün sonra, avcılar ve yürüyüşçülerden oluşan bir grup, minibüste, annesinin onun için yaptığı uyku tulumlarının içinde McCandless'ın cesedini buldular. Yalnızca 25 kiloydu.
Kaynak

0 yorum: