Sayıklama Güncesi


Çoban Süzgeci, tarihinin en uzun arasını verdi. Son yazıyı 20 Nisan'da yazdığım göz önünde bulundurulursa (ne demekse) gerçekten bir rekora imza atmışım.

Aslına bakarsanız bu bir blog için hem olağan bir durum, hem de yaşanmaması gereken bir durum. Olağan bir durum, çünkü "Çoban Süzgeci"ni bir günlük olarak görmüyorum, o yüzden her gün yazmam gereksiz. Olağan bir durum çünkü, takip ettiğim bir çok blog bu tür araları çok sık veriyorlar. (Takip ettiğim bir çok blog demişken, bu aralar blog camiası, "Blog Ödülleri" için yoğun bir lobi faaliyeti içine girmiş durumdalar. Herbirinin anasayfasında blog ödülleri duyuruları ve oyunuzu bana verin nutukları var:) 5 Mayıs'a kadar hiçbirinin blogunu ziyaret etmeyeceğim:) Umarım sonuçlar açıklandıktan sonra rutin güncellemelerine geri dönerler)

Tabii aynı zamanda da yaşanmaması gereken bir durum çünkü güncel olmayan herhangi bir zamazingoyu kim ne yapsın.

Neyse uzun uzadıya, yazmak ya da yazmamak gibi eblek bir tartışmaya girecek değilim.

Peki geçen bu bir haftayı aşkın süre zarfında hangi faydalı ve bir o kadar da gerekli işleri yaptım da blogla ilgilenmeye fırsatım olmadı? Ne yalan söyleyeyim yaptıklarımın fırsat maliyetleri o kadar göreceli olmaya açık ki, ben bile bir fayda bulup onunla savunmaya geçmekte zorlanıyorum.

Geçen bu zamanı tek cümleyle açıklamam gerekirse; bir kaç küçük başarı ve bir kaç büyük, yan gelip yatma şeklinde vuku bulan tembellik. Günlük rutin yürüyüşlerimin her birinde, en az yazmaya değer bir konu bulduğum ama geri dönüp bilgisayarımın başına oturunca, daha farklı meşgalelerle uğraştığım da artık yüzümü tokat manyağı yapan bir gerçek. Hal böyle olunca da, ben yazmaya karar verene kadar hadise güncelliğini kaybetmiş oluyor.

Her gün yürüyüşlerimi yaptığım bir park var. (bu parkdan daha sonra bahsetmeyi umuyorum) Günler uzayınca parkımız da iyice bir şenlenmiş oldu. Bir yazı da baharın geldiğini gökyüzündeki uçurtmalardan anlıyorum diyordu. Tam da öyle oldu. Parkın içinde her seferinde farklı uçurtmalar görüp feci şekilde özeniyorum. Aslına bakarsanız bu sıralar çocukluğumda yaptığım bir çok şeye özeniyorum. Mesela sağda solda top oynayan çocukları görüyorum.(gerçi top oynamaktan çok pozisyonları tartışıyolar, yok gol oldu da olmadı da, taşın üstünden geçti de geçmedi gibi. Zaten Allah o taştan kaleleri taş etsin diycem ama saçma olcak)Ben de oynamak istiyorum. Kısacası bu aralar feci derecede uçurtma uçurmak, tek kale maç yapmak ve bisiklete binmek istiyorum.

Bunların dışında mutlu bir hafta geçirdim diyebilirim. Moralimi bozcak beni yıkıma uğratacak bir şey olmadı, ta ki düne kadar. Bu konu üzerinde fazla durmayacağım. Sadece görüntülerden utandım ama sorumluların cezalandırılmayacağını ve koltuk işgal edenler arasından istifa eden de çıkmayacağını bildiğim için utandığımla kaldım. Aslında bu konuda yazacak tonla şey var ama hiç içimden gelmiyor. Görevi uzun uzun yazmak olan basınımız da "orantısız güç" diye bir oyuncak bulup diline pelesenk etti. Heleki polisin yoldan geçen turisti bile dövmesini gülerek sunan Mehmet Ali Birand'a ne desem boş. "Sorumlu disk" diye manşet atan gazeteler bile vardı bugün. Zaten bu memlekette herkes kendisine müslüman başkasına gelince tekme tokat gaz bombası.

Neyse tadım kaçtı, birazdan "Komedi Dükanı"nı izleyeceğim. Sonra devam ederim...